Bizim Hikaye

“İmroza, bir ada serüveni, bir aşk bir başlangıç, hatta yeniden doğuş… Her şey Gökçeada tutkusu ile başladı. Öylesine bir tutku ki bu, “ savrulan rüzgarı sesimiz olsun denizi kadar mavi-derin, baksın gözlerimiz, yağmur sularının arıttığı dağları kadar yücelere çıksın ruhumuz, martılarla, keçilerle, lavanta ve gelincikle karışalım birbirimize, biberiye, adaçayı, papatya koksun tenimiz buram buram” diyecek kadar”. Nasıl da duygulu, hatta çok tutkulu bir ifade. Ancak yeni bir yaşam inşa etmek üzere yola çıktığımız zamanların hedefini, duygularını, enerjisini düşününce, az bile kalmış diyor insan.

Şehir hayatının sunduğu sonsuz tüketim seçenekleri içinde başlayan ve şekillenen hayatlarda insanı en zorlayan şey, her türlü dayatmaya kulak asmadan, gerçek ihtiyaçlarını ve yaşam standartlarını yeniden belirlemeye bilmesi. Bu noktayı aşmak gerçekten yeniden doğmak gibi.

Artık sadece temiz hava su ve toprakla iç içe, üreterek, hissederek yaşayabileceğimizi anladığımız 2007 yılında bir tesadüfle çıktı İmroz Adası(İmroza) karşımıza. Önce hayallerimiz, yaklaşık iki yıl sonra evimiz, yurdumuz, köyümüz, ekmeğimiz, suyumuz, ağacımız oldu.

Doğanın yaşam zinciri ve kuralları rehberliğinde, kendi kendine yeter olmaktı hedefimiz. İlk heyecanla hemen ekim dikim çalışmalarına başladık. Aceleci, acemi tavrımızı bile karşılıksız bırakmadı toprak. Sonra yavaş yavaş onunla yaşamayı, onu hissetmeyi öğrendik. Mevsimin, havanın değiştiğini toprağın verdiklerine bakarak anladığın anın heyecanı ya da ellerinle ektiğin tohumların, fidanların verdikleriyle hazırlanmış sofraların tadı nasıl anlatılır? Temel gıda ihtiyaçlarımızın tamamına yakını artık sadece ev, bahçe üretimi. Evin, atölyenin, kapısı, penceresi, masası, sandalyesine kadar ihtiyaç duyduğumuz eşyalar da hep el işi olunca, daha önce bahçede samanlık olarak kullanılmış küçük yapı da marangoz atölyesi oldu.

Tüm temizlenme ihtiyaçlarımızın kimyasallardan arınmış doğal malzemelerle karşılamasıyla ilgili yaptığımız araştırmalar, çalışmalarımız bize başka bir ivme kazandırdı. Zeytin ve zeytinyağının temel ürün olduğu bir adada yapılabilecek en doğal temizlik malzemesi tabii ki sabundu.

İlk işimiz adada yapılan sabun üretimini araştırmak oldu. Sadece bir kaç evde yapılan küçük denemeler dışında artık hiç bir sabun üretiminin olmadığını öğrenmek gerçekten hayal kırıklığıydı. Oysa Ada’nın yakın geçmişinde zeytin ağacı ve zeytinyağı olan her ev kendi sabununu yapabildiği gibi sabun işletmeleri (biri Kaleköy sahilde) bile varmış. Bu bilgi, sabun yapma çalışmalarımıza öncelik ve motivasyon  kazandırdı. Doğal sabun yapma yöntemleriyle ilgili detaylı araştırma ve denemeleri yapan kişi, evin gıda mühendisi olunca o dönem ev adeta bir laboratuvara dönüştü. Sonra baktık ki bu böyle olmayacak, bahçede eskiden ahır olarak kullanılan yapıyı, içinde bir kaç düzenleme ile otantik bir atölye mekanına dönüştürdük. İlk yaptığımız sabunda zeytinyağı ve bahçe için depoladığımız yağmur suyunu kullanmıştık. Zeytinyağı ve yağmur suyundan yaptığımız o ilk sabunla yıkanmak unutulmaz anlardandı. Evde taze yapılmış kek havasında eş, dost, konu komşu ile paylaştık el yapımı ada sabunumuzu. Paylaştıkça siparişler eklendi birbirine ve artık bugün sabun yapılan, anlatılan, konuşulan herkese açık bir atölye oldu İmroza Sabun Atölyesi…  Sadece sabunla kalmadı tabii. Çamaşır, bulaşık makine deterjanları, kolonyalar, mumlar ve daha nice temel ihtiyacımızı doğal malzeme ve yöntemle yaptığımız bir yer artık sabun atölyesi.

Asla vazgeçilmeyecek şeyleri öğrenmenin eğlenceli yoludur ya, ıssız bir adaya düştüğünde yanına almak isteyeceğin üç şey nedir? sorusu. Evet üç sayısı çok acımasız ama listeyi küçültmek ve yenilemek bizde çok işe yaradı! Öyle ki, bu soruya bugün vereceğimiz en samimi cevap Paçi, Pamuk ve Karamiki gibi üç güzel köpeğin can yoldaşlığı olur.